Kabartma (Braille) Yazının Önemi Ve Tarihçesi - Yazan: Halil KÖSELER

Tarih boyunca insanlar yazıya ve yazılı kaynaklara çok büyük önem vermişlerdir. Çünkü yazı, elde edilen bilgi ve deneyimlerin nesilden nesile aktarılmasını ve bu birikimlerden yararlanan insanların ve ulusların kendilerini daha ileri bir uygarlık düzeyine çıkarabilmelerini sağlayan en etkili ve önemli araçlardan biridir. Bir an için dünyada yazının ve yazılı kaynakların bulunmadığını düşünecek olursak bu eksikliğin yaratacağı sonuçları kolayca tahmin edebiliriz. Yazı, olmazsa olmaz denilebilecek ihtiyaçlardan biridir. Yazının kişisel, toplumsal, ulusal ve evrensel düzeyde gördüğü önemli işlevleri vardır.

Diğer insanlar için yazı ne kadar önemli ise görme özürlüler içinde o düzeyde önemlidir. Bundan yüz yetmiş yıl öncesine kadar görme özürlü insanlar kendilerinin kullanabileceği bir yazı sistemine sahip olmamaları nedeni ile karanlık bir dünyada yaşıyorlardı. Çünkü, o döneme kadar diğer insanlar gibi okuma-yazma ve yazılı kaynaklardan yararlanma olanağına sahip değillerdi. O günlerde teknolojik gelişme düzeyinin sonucu olarak bu eksikliği bir ölçüde telafi edebilecek sesli materyallerde bulunmuyordu. Görme özürlülerin okuyup yazabilecekleri bir yazı sistemine sahip olmamaları onların diğer insanlar gibi okullarda veya başka merkezlerde eğitim görmelerini de hemen hemen olanaksız hale getiriyordu. Kulak yoluyla sürdürülmeye çalışılan eğitim ise görme özürlülerin çok sınırlı konularda ve sınırlı düzeylerde bilgi sahibi olmalarına yol açıyordu.

Görme özürlülerin dünyasını değiştiren ve aydınlatan bir buluşun sahibi olan Louis Braille 4 Ocak 1809’da Fransa’da doğmuştu. Çocukluğun verdiği bir merak nedeniyle bir gün tek başına babasının çalıştığı ayakkabı tamir atölyesine girmiş, eline geçirdiği bir bıçakla derileri kesmeye çalışırken bıçak elinden kayarak sol gözüne saplanmıştı. Babası çocuğu hemen doktora götürmek yerine mahallede bir kadına götürmüş ve bu kadının uyguladığı yanlış ilaç ve tedavi sonucu Louis Braille’in gözü iyileşmek yerine tamamen kapanmıştı. Üstelik iltihap sağ gözüne de geçerek her iki gözünün kapanmasına yol açmıştı. Daha sonra doktora götürülen Louis Braille için yapılacak bir şeyin kalmadığı anlaşılmıştı. Louis Braille okul çağına geldiğinde varlıklı bir kişi olan Valentin Pauy tarafından 1730’da Dünyada ilk olarak Paris’te açılan körler okuluna gönderildi. Bu okulda görme özürlülerin eğitimi sadece kulak yoluyla ve ezberleme yöntemiyle yapılıyordu. Valentin Hauy gören insanların kullandığı yazıyı kabartma çizgiler haline getirerek görme özürlülerin okuyabileceğini düşünmüş ve karar vermişti. Ancak sonuç başarılı olmamıştı. Çünkü, bu şekilde oluşturulan yazılar görme özürlüler tarafından çok büyük bir güçlükle okunuyordu. Bu yöntemle yazılan kitaplar çok hantal ve kabaydı.

Louis Braille özel bir yazı sistemi üzerinde çalışmalarını sürdürürken aklına gelen her yöntemi denemeye başlamıştı. İplerden, çivilerden, çubuklardan ve kurşunlardan yararlanmaya çalıştı. Bu sıralarda Fransız ordusunda görevli bir subay, geceleri askerlerine düşmandan habersiz gizli emirler göndermek amacıyla bir yazı sistemi geliştirmişti. Gece Yazısı adını verdiği bu sistem çizgi ve noktalardan oluşuyordu. Çharles Barbier adlı bu subay bir gün Paris’teki Körler Okulunu da ziyaret ederek geliştirmiş olduğu bu yazıyı okul müdürüne gösterdi. Bu yazının görme özürlüler tarafından da kullanılabileceğini düşünüyordu. Ancak okul müdürü yazıyı inceledikten sonra görme özürlüler için bu yazının uygun olmadığına karar verdi. Çünkü, bu sistem çok sayıda noktalardan ve çizgilerden oluşuyordu ve oldukça karmaşıktı. Bu arada Louis Braille de Charles Barbier adlı subay tarafından geliştirilmiş olan yazıyı incelemiş ve o da bu yazının görme özürlüler için uygun olmadığı kanaatine varmıştı. En uygun yazı sisteminin nasıl olması gerektiği konusunda Louis Braille’in kafasında bazı ip uçları belirmeye başlamıştı.

Böyle bir yazının çizgilerden değil sadece noktalardan oluşması gerektiğini düşündü. Artık sıra noktaların sayısı üzerinde en doğru kararı vermeye gelmişti. Louis Braille yaptığı sayısız denemeler ve uzun süren çalışmalar sonunda 1825’de 6 noktadan meydana gelen bir yazı sisteminin, görme özürlüler için en uygun sistem olduğuna karar verdi. Daha sonra 6 noktadan oluşan bu yazı sistemiyle alfabedeki harfleri oluşturdu.

Louis Braille bulduğu yazı sistemini, istediği biçimde geliştirdikten sonra gizli gizli okuldaki arkadaşlarına öğretmeye başladı. Kağıt üzerine noktalarla kabartılmış bu yazı arkadaşları tarafından da çok beyenilerek büyük bir kabul gördü. Ancak öğretmenler bu yazının okulda kullanılmasına karşı çıkıyorlardı. Yazının çok karmaşık olduğunu, görme özürlüleri diğer insanlardan farklı duruma sokacağını ileri süren öğretmenler tepki gösteriyorlardı. Louis Braille’in bütün mücadelesine rağmen görme özürlüler için icat etmiş olduğu yazı ölümüne kadar kendi okulunda resmen kabul edilmedi. Braille yazının icadı sayesinde görme özürlülerin önündeki engellerden önemli birisi ortadan kaldırılmış ve onlar için yeni ufuklar açılmış oluyordu. Görme özürlüler içinde bundan böyle okuma yazma ve yazılı kaynaklardan yararlanma kendilerini diğer insanlarla eşit düzeyde geliştirme olanağı doğuyordu. Onlar için de artık okul, kütüphane, dergi, kitap gibi kavramlar somut kavramlar olmaya başlıyordu. Louis Braille’in görme özürlüler için icat etmiş olduğu yazı sisteminin okullar tarafından kabul edilmesi o kadar kolay olmamıştır. Örneğin; ancak 1854 yılında Fransa’da, 1860’da Amerika Birleşik Devletlerinde, 1868’de İngiltere’de Braille yazının okullarda kullanılması kabul edilebilmiştir.

Görme özürlülerin okuyup yazabileceği bir yazı sistemi üzerinde Louis Braille’in dışında da araştırma ve inceleme yapan kişiler bulunuyordu. Bunun sonucu olarak da bazı ülkelerde aynı anda değişik okullarda değişik yazı sistemleri kullanılıyordu. Bu sırada görme özürlüler için geliştirildiği söylenen yirmi çeşit yazı sistemi vardı ve bunlar arasında büyük bir rekabet sürüyordu. Kabartma yazı sistemleri arasında süren bu rekabete “noktalar savaşı” adı verilmişti. Kabartma yazı sistemi konusunda çok sayıda komiteler kuruldu, çok sayıda toplantılar yapıldı, çok sayıda makaleler yazıldı, bildiriler sunuldu, konuşmalar, tartışmalar yapıldı. Sonunda 1918’de ülkeler arasında Louis Braille’in icadı olan Braille yazı üzerinde tam bir görüş birliğine varılarak diğer yazı sistemlerinin tümüyle terk edilmesi kararlaştırıldı. Böylece noktalar savaşı da sona ermiş oluyordu. Daha sonra 1932’de İngiltere ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yapılan bir anlaşma sonucu bu gün kullanılmakta olan İngilizce kısaltma sistemi kabul edilmiştir. O tarihten bu güne kadar İngilizce kısaltma sisteminde hiç bir değişiklik yapılmamış olması da dikkat çekici bir husustur.

Dünya da körlerle ilgili ilk matbaa 1968’de İngiltere’de kurulmuştur. Daha sonra çeşitli ülkelerde kurulan matbaalar ve kütüphaneler yoluyla görme özürlülerin okuyabileceği on binlerce kitabın yazılıp çoğaltılması gerçekleştirilmiştir. Ancak Braille kitapların yazılıp, çoğaltılıp görme özürlülerin hizmetine sunulması ile ilgili matbaacılık ve kütüphanecilik çalışmaları ülkemizde maalesef ihtiyacın çok gerisinde kalmıştır. Bunun en büyük nedeni konuya ilişkin yıllardan beri süren ilgisizlik, duyarsızlık ve ihmaldir. Henüz ülkemizde herhangi bir bakanlık tarafından kurulup, görme özürlülerin her türlü konuları içeren kitap ihtiyacını karşılayabilecek ulusal mahiyette hizmet veren bir kütüphanenin bulunmayışı da bu duyarsızlığın ve ihmalin boyutlarını göstermektedir. Oysa dış ülkelerde kurulmuş olan ve on binlerce Braille kitabı bünyesinde bulunduran, sadece kendi ülkesindeki görme özürlülerin değil, dünyanın her yerinde yaşayan özürlülerin kitap ihtiyacına cevap vermeye çalışan son derece gelişmiş kütüphaneler bulunmaktadır. Ülkemizde bu güne kadar Braille yazıya hak ettiği önem verilememiş ve Braille yazının görme özürlülere sağlayacağı olanaklar yeterince değerlendirilememiştir. Braille yazının sağladığı olanaklardan yararlanmak demek sadece ders kitapları yazıp çoğaltmak demek değildir. Görme özürlülerinde diğer insanlar gibi her tür konuyu içeren kitapları okuyabilme hakkı olduğunu kabul etmek gerekir.

İşte bu nedenle Altı Nokta Körler Derneği tarafından 1996 yılında yapımı tamamlanmış olan Ankara’daki Eğitim ve Kültür Merkezinde görme özürlülerin her konuyu içeren Braille kitap ihtiyacını karşılayabilmek üzere bir matbaa ve kütüphane kurulması gerçekleştirilmiştir.

Braille yazının görme özürlülerin başkalarına bağımlı olmaktan kurtularak daha özgür olarak yaşamlarını sürdürmelerine de çok büyük katkısı bulunmaktadır. Onların günlük yaşamlarında işyerlerinde, okullarında Braille yazının sağladığı olanaklar önemli bir değere sahiptir. Bu nedenle ilgili kurum ve kuruluşlarda görevli yetkililerin Braille yazısının görme özürlülere sağlayacağı olanakları ciddiye alarak bir taraftan ulusal ve yerel anlamda matbaacılık ve kütüphanecilik hizmetlerini geliştirmeyi, diğer taraftan ise görme özürlüler arasında Braille yazıyı bilenlerin sayısını artırıcı eğitim ve kursların yapılmasını gerçekleştirmeyi başarabilmelidirler.

Bütün toplumlarda okur-yazar insan sayısını arttırmak için büyük çabalar sarf edilmektedir. Okur yazarlık sadece alfabeyi bilmek değildir. Okur yazar olmak, bir kişinin sosyal ve mesleki yaşamda ilerlemesini, bilgi ve deneyimlerini geliştirmesini saylayabilecek yeterlilikte duygu ve düşüncelerini doğru ve anlaşılır biçimde ifade edebilecek düzeyde okuma, yazma ve konuşma yeteneğine sahip olmak demektir. Bu nedenle yapılan eğitim programları da bu tanıma uygun şekilde hazırlanmalıdır.

Braille yazının bulunması kadar bu yazıyla ilgili özel yazı araçlarının yapılması da önemliydi. Çünkü, bu yazı araçları olmadan görme özürlülerin yazı yazması mümkün değildi. 1892 yılında Frank Hall adlı bir kişi görme özürlülerin kullanmakta olduğu yazı araçlarını bulmuştur. Bu yazı araçlarının daha sonraki yıllarda geliştirilmesiyle görme özürlüler için matbaaların, kütüphanelerin kurulması gerçekleşmiştir.

Braille yazının bulunuşu görme özürlülerin yaşamında bir devrim yaratmıştır. Bu devrimin kahramanı ise Louis Braille’dir.

Braille yazıyla ilgili okur yazarlığın görme özürlüler arasında yaygınlaştırılması, bu yazının her görme özürlüye öğretilmesi, okullarda ve kütüphanelerde yazılı kaynakların arttırılması için yapılan çalışmalar ülkemizde ihtiyaçların çok çok gerisinde kalmıştır. Bu sorunun çözülmesi Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığının görev ve yetki alanına girdiği halde bu iki bakanlık da bugüne kadar görevlerinin gerektirdiği adımları atmamışlardır. Örneğin Kültür Bakanlığına bağlı yaklaşık 40 yıldan beri Ankara’da bulunan Milli Kütüphane’nin bir bölümü görme özürlüler için ayrılmış, ancak bu güne kadar yapılan hizmetler üç-beş Braille kitabın yazılmasından ileri gidememiştir. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı matbaada ise sadece ders kitaplarının basılmasıyla yetinilmiştir. Bu hizmetin bile yeterince ve eksiksiz olarak gerçekleştirilebildiği söylenemez. Önümüzdeki bu üzücü tablo ne parasızlıktan ne de bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.

Braille yazısıyla ilgili ülkemizde yaşanan önemli sorunlardan biride her geçen yıl bu yazıyı bilen ve kullanan görme özürlülerin sayısının azalmasıdır. Milli Eğitim Bakanlığının resmi açıklamalarına göre, görme özürlüler arasında eğitim olanaklarından yararlanma oranı %2,54’tür. Toplumların yaşamında iki türlü değişimden söz edilir. Birincisi; ileriye doğru değişim, ikincisi ise geriye doğru değişim. Görme özürlülerin eğitimiyle ilgili bazı alanlarda şu anda ülkemizde maalesef geriye doğru bir değişim söz konusudur. Bunu doğrulayan en somut örneklerin bir kaçını şu şekilde sayabiliriz:

  1. Görme özürlüler arasında Braille yazıyı bilenlerin ve kullananların oranı geçmiş yıllara göre giderek aşağıya düşmektedir.
  2. Körler okullarında uygulanan eksik ve yetersiz eğitim programları sonucu, sekizinci sınıftaki öğrenciler arasında bile Braille yazıyı doğru bir şekilde bilmeyen öğrenciler bulunmaktadır.
  3. Normal okullarda okuyan görme özürlü çocuklar bir çok noksanlıklar sonucu bazı derslere aktif olarak katılamamakta ve Braille yazıyı öğrenememektedirler.
  4. Kabartma yazı sistemiyle yazılmış kitap, dergi gibi yazılı kaynakların olmaması sonucu Braille yazısını bilenler de bu yazıyı unutmakla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Ülkemizde Braille yazı maalesef bugüne kadar hak ettiği yeri bulamadığı için sağladığı olanaklardan yeterince yararlanmak mümkün olamamıştır.

Milli Eğitim Bakanlığının görme özürlülerin eğitimiyle ilgili yetkililerinden şu soruların cevabının doğru bir şekilde verilmesini istemek gerekiyor.

  1. Şu anda körler okullarında okutulmakta olan kabartma yazıyla yazılmış ders kitapları hangi yıllarda yazılmış kitaplardır?
  1. Halen okullarda Braille yazıyla yazılmış matematik ders kitabı var mıdır? Yoksa bugüne kadar niçin yazılamamıştır?
  1. Yazılmış mevcut ders kitaplarında ciddi yazım hataları var mıdır?
  1. Bütün ders kitaplar her öğrenciye yetecek sayıda mıdır?
  1. Yazıları okunmayacak derecede silinmiş, yıpranmış ders kitapları var mıdır ve bu kitaplar ne zaman yenilenecektir?
  1. Ders kitapları dışında öğrencilerin faydalanabileceği yardımcı kaynak kitaplar matbaada basılarak okullara gönderilebilmekte midir?
  1. Bütün körler okullarının bir kütüphanesi var mıdır, ve kütüphanesi olanlar ise kaç tane okunabilecek kitaba sahiptir?
  1. Körler okullarında görevli bütün öğretmenler Braille yazısını iyi bir düzeyde yani yazılı sınav kağıtlarını okuyabilecek, öğrencilere öğretebilecek, onların hatalarını gösterebilecek, ödev kağıtlarını inceleyebilecek , fen matematik, müzik işaretlerini öğretebilecek düzeyde biliyorlar mı?
  1. Kaynaştırılmış eğitim uygulanan normal okullardaki görme özürlü öğrencilerin hepsinin Braille yazısını öğrenmeleri için gerekli imkanlar sağlanmış mıdır?

Bütün bu soruların cevabı samimi olarak verilecek olursa, hepsinin karşılığının da olumsuz olacağını biliyoruz.

Bir şeyin önemi onun yarattığı avantajların bilinmesiyle anlaşılır. Braille yazının önemi de onun sağladığı olanakların fark edilmesiyle anlaşılabilecektir.

Görme özürlü bir çocuk okul öncesi dönemden itibaren Braille yazıyı tanımaya başlamalıdır. Nasıl ki, gören bir çocuk televizyonda gördüğü yazılarla, binalarda gördüğü levhalarla, çeşitli araçlar üzerindeki etiketlerle, gazete ve kitaplardaki büyük başlıklarla okul öncesi dönemde yazıyı tanımaya başlıyorsa, görme özürlü bir çocuğunda bu avantajlara değişik yöntemlere başvurularak sahip olması sağlanmalıdır. Örneğin; görme özürlü çocuğu olan aileler Braille yazıyı öğrenerek, kendi çocuklarına öğretmeye çalışmalıdırlar. Ayrıca Braille yazıyla televizyonun üzerine televizyon, buzdolabının üzerine buzdolabı, radyonun üzerine radyo yazarak bu gibi yöntemlerle görme özürlü bir çocuğun da küçük yaştan itibaren yazıyı tanıması sağlanabilir.

Ülkemizde bugüne kadar hiç görme gücü olmayan çocuklarla, az gören çocukların eğitiminde uygulanan yöntemler ve araçlar tamamen aynı olmuştur. 1997-1998 öğretim yılında nihayet az gören çocukların sahip olduğu görme gücünden, eğitim sürecinde yararlanabilecekleri, yetkililerin çok geç de olsa akıllarına gelmiş bulunmaktadır. Ancak uygulama sadece 8 çocuk üzerinde başlatılmıştır. Oysa ülkemizde bu durumda yüzlerce çocuk bulunmaktadır. Az gören çocukların eğitimiyle ilgili bu yeni uygulamayla birlikte yeni yanlışların yapılmamasına da dikkat etmek gerekmektedir. Örneğin bugüne kadar körler okullarında az gören çocuklara normal yazıyla okuma yazma eğitimi verilmesi düşünülmemiştir. Bu büyük bir yanlıştı. Şimdi ise tam tersi bir yanlışlığın yapılması gibi bir tehlikeyle karşı karşıya gelme ihtimali söz konusudur. Yani az gören çocuklara Braille yazının hiç öğretilmemesi gibi bir yanlışlıktan söz etmek istiyoruz. Hangi öğrencilere Braille yazı öğretilmelidir?

Hiç görme gücüne sahip olmayan, görme gücünde sürekli bir azalma olan, Normal veya büyütülmüş yazıyı okuyamayan, yazıyı büyütücü özel araçlar kullanılmasına rağmen rahatça göremeyen, okuduğu kitabı gözüne çok yaklaştıran ve okurken baş ağrısı, göz sulanması gibi rahatsızlıklar duyan, normal yazıyı diğer akranlarından çok yavaş okuyan çocuklar mutlaka Braille yazıyı da öğrenmelidirler.

Görme özürlülerin eğitimi alanındaki sorunların çözümü konuyla ilgili benimsenen ve uygulanan yaklaşımlara bağlıdır. Gerek eğitimciler tarafından gerekse toplum tarafından görme özürlülerle ilgili şu temel felsefenin benimsenmesi gerekir: Görme özürlü bir insan için körlük fiziksel bir özür, toplumdaki yanlış önyargı ve ayrımcı uygulamalar ise sosyal bir engeldir. Dolaysıyla görme özürlü bir insan için asıl sorun körlüğün bizzat kendisi değil, bu alandaki toplumda mevcut olan yanlış önyargılar, ayrımcı uygulamalar ve sağlanan olanakların yetersizliğidir. Görme özürlü bir kişiye yeterli olanaklar ve her alanda fırsat eşitliği sağlandığı takdirde onlar da diğer insanlarla eşit düzeyde topluma katkıda bulunan, başarılı ve üretici bir insan olarak yetişecek ve körlük o insanlar için sadece basit bir fiziksel problem düzeyine inecektir.

Braille yazı, daha önce belirttiğimiz gibi sadece okullarda işe yarayan bir araç değildir. Günlük yaşamın kolaylaştırılmasında, başkalarına bağımlılığın azaltılmasında da büyük bir avantaj sağlamaktadır. Bu yazının görme özürlü bir kişiye günlük yaşamda sağlayacağı olanakların bazılarını şu şekilde sayabiliriz: Adres ve telefon numaralarının yazılması, Mesajların yazılması, alış-verişe çıkarken alınacak şeylerin listesinin yazılması, bütün kasetlerin, CD’lerin, disketlerin, video kasetlerinin Braille yazıyla etiketlenmesi, aranan kitapların kolay bulunabilmesi için üzerlerinin yazılması, çıkıp ineceği katları bilmek için asansör düğmelerinin yazılması, bir binada dolaşırken hangi kata geldiğini anlamak için korkulukların üzerlerinin yazılması veya işaretlenmesi, ev hanımlarının aradığı tuzu, biberi ve diğer baharatları kolayca seçebilmesi için kutula veya kavanozların üzerlerinin yazılması, ipliklerin renklerinin kolayca bulunabilmesi için makaraların Braille olarak işaretlenmesi, konserve kutularının üzerlerinin yazılması, fırın, çamaşır, bulaşık makinalarının kolay kullanılması için Braille yazıyla işaretlenmesi, Fotoğrafların kimlere ait olduğunu bulabilmek için albüm sayfalarının üzerlerine Braille işaretler konulması, ilaç kutularının üzerlerinin yazılması, çek ve faturaların zarflara konularak üzerlerinin yazılması, oyun kartlarının ve diğer oyun araçlarının Braille olarak yazılması sayılabilir.

Bütün bu yazma işlemleri ilk bakışta çok uzun ve yorucu işlemlermiş gibi görünebilir. Ancak bunlar bir günde yapılmayacaktır. Örneğin kasetlerin üzeri her yeni kaset alındıkça yazılacağından çok yorucu, zaman kaybettirici bir iş olmayacaktır. Asıl yorucu ve zaman kaybettirici iş, kasetlerin üzerlerinin Braille yazıyla yazılmaması halinde olacaktır. Çünkü, yüzlerce kaset arasından aranan bir kaset tek tek dinlemek suretiyle bulunmaya çalışılacaktır. Ayrıca bir şeyin üzerini yazarken kısaltmalar kullanılabilir. Örneğin, bir iplik makarasının rengi yazılırken mavi için mv, sarı için sr, lacivert için lc gibi kısaltmalar konulabilir.

Braille yazının öğretilmesine, mümkün olduğu kadar erken yaşlarda başlamak gerekir. Okul öncesi veya ilköğretim çağında okuma yazma becerisi kazanmamış olan bir kimse daha sonraki yaşlarda bu beceriyi kazanmakta çok güçlük çekecektir. Hatta çoğu kimse ileri yaşlarda yazıyı öğrenmeye isteksiz olmaktadır. Ülkemizde bir an önce Braille yazı ile ilgili okur yazar insan sayısını arttırıcı bir seferberlik başlatılmalıdır. Bu kampanya hem Braille yazı öğretimini hem de Braille yazıyla yazılmış kitapların ve diğer yayınların hızlı bir şekilde arttırılmasını kapsamalıdır. Mevcut matbaa ve kütüphaneler desteklenip geliştirilmeli, ve ihtiyaca uygun kapasitede yenileri açılmalıdır. Bugün körler okulları ülkemizin en büyük şehirlerinde bulunmaktadır. Ancak aynı şehirdeki diğer okulların sahip olduğu olanakların binde birine bile yazılı kaynaklar yönünden sahip değildir. Örneğin hiçbir yazılı sınavda öğrencilere soru kağıtları önceden yazılmış olarak sınav sırasında dağıtılamamaktadır. Ya bir dersin tamamı öğrencilere soruların yazdırılmasıyla geçmekte ya da sorular tek tek öğrencilere sözlü olarak sorulup cevaplarını yazmaları beklenmektedir. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir çağda, öğrencilerimize soru kağıtlarını bile yazılı olarak veremiyorsak, kafamızı iki elimizin arasına alıp düşünmemiz gerekir. Sayın özel eğitim genel müdürlüğü gerçekten yaşıyor musunuz diye sormak geliyor insanın içinden.

Bir gazeteyi, bir kitabı insanın kendisinin okuması, o insanı daha mutlu eder. Dinlemek ile okumak birbirinden çok farklıdır. Okurken her harf, her sözcük üzerinde durarak değerlendirmek mümkünken, dinleme sırasında böyle bir şey mümkün değildir. Okurken bir konuyu kavramak, dinlerken kavramaktan daha kolaydır. Kasetlere kaydedilmiş kitapları dinlemek, yazıyı bilmeyenler için bir zorunluluk olarak kabul edilebilir, yoksa birinci derecede tercih edilen bir öğrenme ve bilgi alma yöntemi değildir. Eğer sesli materyaller yazılı materyallerden daha etkin olmuş olsaydı, gören insanlar da yazılı kitapları, gazeteleri değil kasetleri tercih ederlerdi. Çünkü, sonuçta onların da dinlediğini anlayan kulakları bulunuyor. Braille yazıyı okurken insan kendisini bir konser salonundaymış gibi hisseder. Kağıt üzerindeki ve parmaklarının altındaki harfler ve sözcükler bir orkestra gibidir.

Her insan, günlük yaşamında ve mesleki yaşamında başarılı olabilmek için çeşitli araçlardan yararlanır. Nasıl ki, bir elektrikçi, bir marangoz işlerini yürütürken çeşitli araçlardan yararlanıyorsa, görme özürlü kişi de bir çok özel araç-gereçlerden yararlanarak günlük ve mesleki yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Braille yazı , görme özürlü bir kişinin en çok işine yarayan önemli bir araçtır.

Kanada Körler Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya göre: Braille yazıyı bilen üyeleri arasında işsizlik oranı yüzde altıdır. Bu üyeler arasında çalışanların yüzde 52’sinin yıllık geliri 25 bin doların üstünde. Yüzde 14’ünün ise yıllık geliri 50 bin doların üstündedir. Yüzde 11’i üniversite mezunu ve bu mezunların yüzde 14’ü de birden fazla mastır derecesine sahip bulunmaktadır. 1995’te yapılan bu araştırma, Braille yazının görme özürlülerin başarısındaki etkisini ve katkısını açıkça göstermektedir.

Kanada’da bütün görme özürlüler arasındaki işsizlik oranı yüzde 75’tir. Oysa genel nüfus içerisindeki işsizlik oranı ise yüzde 10’dur.

Diğer bazı ülkelerde de, görme özürlüler arasında Braille yazıyı bilenlerin oranının düşmesi problemiyle karşılaşılmaktadır. Bunun en çarpıcı örneği Amerika Birleşik Devletlerinde yaşanmaktadır.1963’te ABD’ndeki okullarda kayıtlı görme özürlü öğrenci sayısı 17330 iken, Braille yazıyı bilenlerin oranı yüzde 57’idi. 1995’te ise, öğrenci sayısı 53730’a yükselirken Braille yazıyı bilenlerin oranı yüzde 10’a düşmüştür. Bunun başlıca iki nedeni bulunmaktadır: Birincisi; Öğrencilerin körler okullarından daha çok normal okullara devam etmesi ve bu okullarda Braille yazıyı bilen öğretmenlerin yeteri kadar bulunmaması, ikincisi ise; teknolojide meydana gelen yenilikler sonucu sesli materyallerden yararlanma olanaklarının artması, kaset, CD-rom, okuma makinaları gibi araçların yaygın olarak kullanılması sayılabilir. Braille yazıyı bilenlerin azalması kütüphanelerdeki yazılı kaynaklara olan taleplerin de azalmasına yol açmaktadır. Braille kitaplara fazla talep olmayınca kütüphaneciler de bu kaynakların arttırılması için yoğun bir çaba içine girmemektedirler.

Görme özürlü çocukların körler okulları yerine normal okullara gönderilmesi tamamen iyi niyetli amaçlar doğrultusunda yapılmaktadır. Bu amaçlar arasında çocukların ailelerinden uzaklaştırılmaması, normal okullarda gören akranlarıyla birlikte okumaları, toplumla kaynaşmaları, toplumdaki yanlış önyargıların değiştirilmesi gibi niyetler yer almaktadır. Görme özürlü bir çocuk hangi okula giderse gitsin ona kazandırılması gereken en temel beceriler, Braille yazıyla okuma yazma, baston kullanarak kendi başına gezip dolaşabilme, çeşitli teknik araçları kullanabilme, sosyal, akademik ve mesleki alandaki bilgi ve becerileri kazanmadır.

Eğitimcilerin ve toplumun görme özürlü bir kişiden beklentisi neyse görme özürlü kişinin performansı da o beklentiye paralel şekilde gerçekleşir. Beklenti yüksekse elde edilecek verim de yüksek olur. Örneğin bir matematik öğretmeni görme özürlü bir çocuğun matematik konularında gören akranlarıyla eşit düzeyde başarı gösteremeyeceğine inanırsa, bu inancına paralel olarak öğreteceği şeyleri de basitleştirerek öğretir. Bunun sonucu görme özürlü çocuğun matematikteki bilgi düzeyi de gören akranlarının düzeyinin çok altına düşer. Bir çocuk kendisinden ne kadar bekleniyorsa o kadarını verecektir. Bir öğretmen hem Braille yazısını bilmiyor ve hem de görme özürlü çocukların kapasitesiyle ilgili yüksek bir beklenti içinde bulunmuyorsa orada başarıdan ve verimlilikten söz etmek mümkün değildir. Braille yazının öğretileceği en önemli dönem, eğitim sürecini kapsayan dönemdir. Bu nedenle önce öğretmenlerin kendilerinin Braille yazının önemine inanarak bu yazıyı yeterli bir düzeyde öğrenmesi, daha sonra öğrencilerine öğreterek, onları Braille yazının önemine inandırmaları gerekir. Yetiştirme kursları sonunda, öğretmenlerin Braille yazı konusunda yeterli olup olmadıklarını belirleyen sınavlar, objektif olarak hazırlanmış testlerle değerlendirilmeli ve bu değerlendirmeler belli bir kurum tarafından yapılmalıdır. Çünkü, şu anda Braille yazıyı bildiğini gösterir sertifika sahibi olan birçok öğretmen, gerçekte bu yazıyı öğrencilerine öğretebilecek düzeyde bilmemektedirler.

Görme özürü, toplumdan gizlenmesi gereken utanılacak bir özür değildir. Görme özürlü olduğu belli olacak diye baston , Braille yazı gibi özel araçlardan yararlanmamak bir insanın kendi yaşamını zorlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Görme özürlü kişilerin bu gibi yanlış düşüncelere kapılmasının en temel nedeni; gerek Braille yazının gerekse baston kullanma eğitiminin erken yaşlarda verilmeye başlanmamış olmasıdır. Doğal olarak hiçbir çocuk diğer akranlarından farklı görünmek istemeyecektir. Ancak görme özürlü bir çocuğun bu özüründen dolayı aşağılık kompleksine kapılması ve özürlü oluşunu utanılacak bir şeymiş gibi görmesi onu kendi akranlarından uzaklaşmaya sevk edecektir. Çocukta ortaya çıkan bu yanlış duygular, aileler ve eğitimciler tarafından erken yaşlarda değiştirilebilirse veya bu gibi duyguların ortaya çıkması önlenebilirse, ilerideki yaşamı da o ölçüde kolaylaşacaktır. Geçmiş yıllarda ABD’ndeki zenciler de vücudunun çeşitli yerlerini boyayarak siyah olduklarını gizlemeğe çalışıyorlardı. Bir zencinin siyahlığını gizlemesi ne kadar yanlışsa, bir görme özürlünün de körlüğünü gizlemeye çalışması da o kadar yanlış bir davranıştır.

Braille yazıyı bilen birçok görme özürlü, dakikada 300 kelimeden fazla bir hızda okuma becerisine sahip olabilmektedir. Yapacağı bir konuşmayı yazılı olarak hazırlamak, aradığı yabancı bir kelimeyi başka bir kimseye sormadan sözlükten bulmak, bilimsel bir konu üzerinde kütüphanedeki yazılı Braille kaynaklardan araştırmak bir müzik aletiyle çalacağı eserin notalarını yazılı kaynaklardın bulup ezberlemek görme özürlü bir kişi için ne kadar mutluluk verici bir olaydır. Bu mutluluğun tek kaynağı ise Braille yazıdır. Braille yazıyı öğrenmek ve bu yazıyla yazılmış kaynaklardan yararlanmak her görme özürlü insan için vazgeçilmez bir haktır. Bu hakkın kullanımını güvence altına almak ise ilgili kurum ve kuruluşların görevidir.