Halk Türkülerinin Şiirle İlişkisi ve Derlenmesi - Ruhi SU

Ruhi SU'nun Fotoğrafı.

Halk türküsü şiirin kökeni olsa da, şiir öğelerini içerse de şiir sayılmaz. Türküden şiire geçiş, bir kültür değişimidir. Şiir, daha ileri bir kültürün sanatıdır. Bunları, «halk şiiri» deyimindeki yanlışı belirtmek için söylüyorum. Bu deyim bir aydın deyimidir. Halkın kendisinde böyle bir deyim yoktur. Halk, bu tür söz sanatına yerel, töresel deyimlerin dışında genellikle «türkü» der. Kullandığı duruma, konuya ve kullanış biçimine göre de ayrı deyimler kullanır. Ağıt, bozlak, nefes, ilâhi, destan gibi… Bunların da tümü ezgilidir. Biz okumuşlar, türküye «halk şiiri» demekle, başka koşullarda ve başka bir bütünlük içinde olan bir söz sanatında nelerin değiştiğini önemsemiyoruz. Ne şiirin ortamı, kuruluş nedeni türkününkine benzer, ne de şiiri yapan, türküyü yapana benzer. Türkü daha düşünülürken, kurulurken bir ezgi ile, bir ezgi için düşünülür kurulur. Müziğin gereği olarak bir takım ek sözcükler ve ünlemler alır. Bütünlüğü ancak böyle oluşan bir söz sanatıdır.

Türküyü ders kitaplarına, antolojilere geçirirken, onu nelerden soyutladığımızı, bütünlüğünü bozduğumuzu biliyor muyuz? Böyle bozulmuş, gücünü yitirmiş bir halde biz onu, kendi ortamında ve kendi bütünlüğü içindeki bir söz sanatı ile, aydın kişinin şiiri ile beraber düşünmeye başlıyor, eşit olmayan koşullarda onu âdeta yarışa sokuyoruz. Hayatın içinden geldiği için bu yarışta gene de güçlü kalıyor ama, aslında bu yanlış bir tutumdur. Halkımız, halk ozanlarımız bu türküleri aydın bir ozan gibi salt şiir olarak düşünseydi, yine de bir türkünün içindeki gibi mi olurdu bu sözler? «Eser bad-ı saba yel bozuk bozuk» dizesini, ezgisiz, düz bir konuşmada söyleseydi, böyle lügat paralama gereğini duyar mıydı Pir Sultan Abdal? Sabah yeli bozuk bozuk esiyor derdi düpedüz. Sözcüklerin yakışığı da mantığı da ona göre olurdu demek istiyorum. Böyle düşünürsek hem öğretimde hem de kitaplarda türküleri bütünlüğü içinde vermenin bir yolunu yordamını buluruz belki.

Söylediklerime bir açıklık getirmek için birkaç örnek vereyim:

1 – Bir halay türküsünün bir dörtlüğünü alalım.
Lâha ulu kavak dalın kırılsın
Dökülsün yaprağın suda çürüsün
Sen bir ulu kavak yolda durursun
Gelene geçene gölge olursun.
Türkü nasıl söylenirse söylensin ana dizeleri bunlardır diye düşünülüp yazılmak adet olmuştur. Kuşkusuz, dizeleri böyle yalın söylenen türküler de vardır. Bu türkünün, ezgisi ile birlikte söylenişi şöyle:
Lâha ulu kavak dalın kırılsın
Lâha ulu kavak
Dökülsün yaprağın suda çürüsün
Dökülsün yaprağın
Sen bir ulu kavak yolda durursun
Sen bir ulu kavak
Gelene geçene gölge verirsin
Gelene geçene

Şimdi müzik bir yana, söz olarak da, sözün anlamı olarak da ikisi bir mi bu dörtlüklerin?

İkinci yazılışında türkünün yalnız ezgisi eksilmiş oluyor. Ezgi olmasa da, sözdeki bu yinelemelerin şiir açısından katkısı ve şiirin yapısına getirdiği yenilik, anlatım biçimi, küçümsenebilir mi?

2 – Bir Karadeniz türküsünü alalım:

O vay beni ağlarım
Ağlarım yana yana
Derdimi diyeceğim
Hiç derdi olmayana
Bu türkünün ezgi ile söylenişi de şöyle:
O vay beni ağlarım
Aman Alim
Ağlarım yana yana
Haydi haydi
Ağlarım yana yana
Derdimi diyeceğim
Aman Alim
Hiç derdi olmayana
Haydi haydi
Hiç derdi olmayana

Ezgi içinde ortaya çıkan bir isimle türkü, özel bir anlam kazanıveriyor. Haydi ezgiyi bırakalım, bu ek sözcükler bırakılabilir mi? Belki de türküyü türkü yapan, bu ek sözcükler ve ünlemlerdir. Öğretimde, türküleri ezgileri ile birlikte vermenin olanakları da var şimdi.

Plak var. Bant var. Öğretmenin kendisi var. Öğretim, kitaplar gibi sınırlı değil. Türküler böyle olduğu gibi yazılıp verilirse, kim bilir nasıl düşler, çağrışımlar getirir okuyucuya. Türküleri derleyen insanın biraz müzik bilmesi de şiirin yapısını ve tadını bilmesi de şart.

Yaşayan türküler, kitaplardaki cönklerdeki türküler değil. Şimdiye kadar öyle yazmak adet olmuş, öyle yazıla gelmiş. Bu gün türküleri daha sağlıklı anlamaya ve daha sağlıklı yazmaya uygun olanaklar araçlar var.