Yazı ve Hayat - Selim GÖLGE

Uzun soluklu bir serüvendir insanlığın yeryüzü macerası. Önce içine düştüğü dünyayı tanıdı insan. Tanıdıkça uyum sağladı, doğayla baş etmeyi öğrendi ve nihayet her şeyi ele geçirip diğer canlılardan farklı olduğunu keşfetti.

Fakat; aradan geçen binlerce yıl gösterdi ki, insanlığın onca birikimini geleceğe aktarmak günlük yaşantının dışında bir başka beceri gerektiriyordu.

İnsanoğlunun doğada bıraktığı derin izlerin ve anlattıkça eksilen, çeşitlenen, birbirleriyle çelişen sözel iletişim tarihinin dışında kalıcı ve aktarılabilir bir miras olmalıydı bu.

Ve insanoğlu yazıyı buldu.

Başı ve sonu belirsiz bu zaman diliminde “Söz” uçarken evrenin derinliklerine; bize geçmişin tutulan kayıtlarını getirdi yazı.

Biz, ne öğrendiysek bir parçasını oluşturduğumuz hayatın içinde yaşamaya dair; yazının binlerce yıldan damıtıp getirdiği o eşsizlikten öğrendik.

Kurduğumuz her hayatta, gittiğimiz her yerde, yaptığımız her keşifte tarihin yazdıklarını zihnimizde ki yerlerine koyarak tamamladık o eşsiz yapbozları.

Bu yüzden geçmişle bu günü, bu günle geleceği birleştiren her dem kalıcı bir köprü oldu yazı.

Çevresine duyarlı, hayattan beklentileri olan ve aynı zaman da içinde yaşadığı dünya’ya katkıda bulunmayı amaç edinen her insan için ne ifade ediyorsa; ne kadar önemliyse yazı; yaşama bu şekilde bakan bir görme engelli birey için de o derece önemlidir.

Hayata bir eksik duyuyla katılan görmeyen birey için yazı dünya ile bütünleşme, kendini ve çevresini daha iyi bilme ve hayatta tek başına var olabilmesinin en önemli ön koşuludur.

Braille yazı öncesi görmeyenlerin toplumsal statüleri ve kendi zihinlerinde ki hayat şeması bunun önemini daha iyi kavramamızı sağlayacaktır.

İnsanlığın var oluşundan itibaren körlükte yeryüzünde var olmaya başlamıştır.

Avcı toplayıcı toplumdan günümüz bilgi toplumuna varıncaya kadar geçen zaman içinde de körlüğün toplumda ki yerinde önemli sayılabilecek değişiklikler olmamıştır.

Ta ki Braille yazının hayatımıza girip görmeyenler arasında yaygın bir kullanıma sahip olmasına, Bütün görmeyenlerin aynı yazıyla birbirlerini anlamaya başlamasına kadar.

Bu noktada nasıl yazı kullanan insan ve yazı öncesi insan olarak insanlık tarihini ayırıyorsak aynı şekilde görmeyenleri de ayırmamız daha sağlıklı bir sonuca ulaşmamızı sağlayacaktır.

Yazı öncesi görmeyenlerin toplum yaşamında ki yerleri ve buna bağlı olarak da yapabilecekleri ve yapabildikleri işler oldukça sınırlıydı.

Toplumlar tarih boyunca engelliyi muhtaç kabul etmiş, onun yaşamsal gereksinimlerini karşılayarak hissettiği vicdani rahatsızlığını tatmin etmiş ve engelliyi toplum dışına itip hayattan soyutlamıştır.

Yazı gibi bir bilgiye sahip olmayan görme engelli de ancak başkalarının izin verdiği ölçüde girebildiği hayatın içinde kendine yer bulmakta hayli zorlanmıştır.

Ancak Homeros ve Aşık Veysel örneğinde olduğu gibi kendi yeteneklerine eğilmiş; ve bunu toplumun diğer katmanlarında ki insanlar (evet, sınıfsal yapının hiç olmadığı düşünülen toplumlarda bile engelli toplumsal katmanın altında bulunuyordu) fark etmişse kendilerine iyi yerler bulabilmişlerdir.

Aksi takdirde topluluk hiyerarşisinde kürekçi, Tarih, masal; ya da destan anlatıcısı veya kutsal kitap ezbercisi rollerinden fazlasını elde edememişlerdir.

Oysa şimdi Braille yazı biz görmeyenlerin diğer insanlarla eşit şartlarda iletişim kurabilmesini, kültürel mirası tanıyıp anlayabilmeyi; ve en önemlisi yeni düşünüş biçimleri geliştirerek geniş bir yaşam utkuna sahip olmamızı sağlıyor.

Tıpkı diğer insanlar gibi okuyup yazabiliyor, akademik eğitim alabiliyor, toplumu daha iyi ve yakından tanıyıp kendimizi de daha iyi tanıtarak sürekli gelişip değişen dünya koşullarına uyum sağlayabiliyoruz.

Bütün bu unsurlar bir arada düşünüldüğünde Braille yazı ve buna bağlı olarak alınan eğitimin biz görmeyenlerin sosyal yaşama daha etkin katılıp; gelişen çalışma sahalarımıza insanlığa da daha fazla katkı sunduğumuz gerçeğini yadsınamaz bir biçimde gözler önüne seriyor.

Çünkü bizi diğer insanlarla eşitleyen sihirli bir güçtür yazı.

Hayatı parmak uçlarımıza getiren böyle bir şey olduğu için (Biz de varız) dediğimiz de daha

güçlü ve inanmış çıkıyor sesimiz.

Bu yüzden okuyup yazabilen her görmeyen daha sağlam bir yerinden yakalıyor kırılgan hayatı.

Bu yüzden HELEN KELLER’i hepimiz biliyoruz.

Kendi ayaklarımız üstünde hayatta attığımız her adım da yazının izlerini görüyoruz.

Ve anlıyoruz ki: Her şey yazı ile başladı. Yazının ne olduğunu çok iyi biliyoruz.

Selim GÖLGE